HARVARD BUSINESS REVIEW-Başak Tecer
Dinlemek kadar güçlü sorular sorabilmek de etkin bir iletişimci ve yönetici olmakta en kritik becerilerden biri. Gazetecilik eğitimi almış ve mesleğin içinde yirmi yıla yakın var olmuş biri olarak bana bugün ”Bu deneyim size ne kazandırdı?” diye sorsanız vereceğim ilk yanıt: Güçlü soru sormak, olur.
Soru sormak, zihnimizin belli bir algoritmik düzen içinde sistematik düşünmesini ve kendimizi ifade etmemizi sağlayan dinamiklerden biridir. Bir sunum hazırlarken de birini ikna etmeye çalıştığımızda ya da geribildirim vermeye hazırlandığımızda da güçlü sorular sorabilme becerisi; bizim yol arkadaşımız olur. Farkında olsak da olmasak da sorularla düşünme mantığı, kendimizi karşı tarafa ifade ederken de çok işimize yarar. Bir konuşma yapmadan önce insanların ”neyi hissetmesini, anlamasını ya da bilmesini istiyorum” sorularını önce kendimize sormak stratejik düşünmenin de bir parçasıdır.
Size güçlü soruların özelliklerinden bahsetmek istiyorum.
Soru nedir, ne değildir?
Önce soru sormanın ne olmadığından bahsetmekte fayda var. Örneğin, “Projeyi zamanında yetiştiremeyeceğini söylüyorsun yani” şeklinde bir yaklaşım sizce bir soru mudur? Yoksa aklınızdakini onaylatma çabası mı? Soru sormak, aklımızdakini onaylatmak değildir. İşte tam da bu yüzden soru sorma becerisi; iç sesimizi susturarak dinlemeyi, not almayı, anladığımızı teyit etmeyi ve onaylatmayı gerektirir. Niyetimizin karşı tarafa bir şey empoze etmek değil, tam tersi onu anlamaya çalışmak olması kritik.
Güçlü sorular, kısa ve nettir.
Yapılan araştırmalar beynimizin kısa süreli hafızada 5 ila 7 arasında kavramı anlayabildiğini ispatladı. Bu şu anlama gelir: Kısa ve öz konuşmalıyız. Bu durum özellikle soru sorarken daha da elzem hale gelir. “Geçen yıl Aralık ayında yeniden yapılandırmadığımız performans sisteminin daha verimli hale getirilebilmesi hakkında neler düşünüyorsunuz?“sorusu beyni dinlerken bile yormaz mı? Bir de şunu deneyin, “Sistem verimliliği nasıl sağlanabilir?” İfadede kelime sayısının artması dinleyici açısından yorucu olduğu kadar aslında çoğunlukla kafa karışıklığına da sebep olabilir. Etkin iletişimciler laf kalabalığı yapmazlar. Kendilerini kısa, net bir şekilde ifade eder ve 3-4 kelimelik sorular sorarlar.
Soruna değil, çözüme odaklanırlar.
Size “Kırmızı bir top düşünmeyin” desem aklınıza ilk ne gelir? Kırmızı bir top, değil mi? Beynimiz de bir nevi bilgisayar gibi çalışır. Bilgisayarımızda bir dosya açmak istediğimizde ona “Diğer dosyaları açma“ şeklinde bir komut mu veriyoruz yoksa istediğimiz dosyanın ismini mi yazıyoruz? Bu mantık soru sorarken de aynıdır. “Neden işe geç kalıyorsun?” diye soran bir yöneticiye sizce astı ne tarz yanıtlar verir? “Saat çalmadı, servisi kaçırdım. Çocuğu okula bırakmam gerekti vs, vs…” Bu cevaplar aslında bir mazeret değil midir? Mazeret üretmeye yönelik sorular sizce bizi gerçek anlamda düşündürür mü? Hayatımızda “Bunu neden yaptın?” şeklinde bir soru karşısında kaçımız gerçekten neden yaptığımızı düşünme refleksiyle cevap verdik sizce? “Neden?” sorusu davranış değişikliği söz konusu olduğunda kaçımızı gerçek anlamda motive etti? “Neden böyle yaptın?” ilkel beyne bağlanan ve kişide yargılanma hissi yaratan ve maalesef iletişimde fazla da bir yol aldırmayan naçizane bir çabadır. “Neden işe geç kaldın?” sorusu yerine, “İşe gelmek için ne yapabilirsin?” sorusu ise algıyı bambaşka yerlere taşır. “Ne?” ve “Nasıl?”, çok daha güçlü soru kalıplarıdır.
Doğru zamanda doğru sorular işe yarar.
Güçlü soru sormak, satranç oyununa benzer. Satranç oyunu stratejik düşünme ve öngörülü olma becerisinin ortaya koyulduğu bir oyundur. Yanlış zamanda yapılan hamleler bize oyunu kolayca kaybettirebilir. Soru sormada da durum böyledir aslında. Gazetecilikte haber yapmakla, röportaj yapmak bambaşka bir iştir. Başarılı röportajcılar, hangi soruyu ne zaman soracaklarını iyi bilirler. Varsayalım ekibinizden bir arkadaşınız tıkandığı bir noktada yanınıza geldi ve “bu işi yapamıyorum” dedi. İlk sorunuz: “senin için ne yapabilirim?” olduğunda ona aslında “ben çözerim sorunu merak etme” diyor olmaz mısınız? Eğitimlerde rol oyunları esnasında yöneticilerin çözüm üretme reflekslerini sıkça gözlemliyorum. Oysa koruyucu ebeveyn egosu çalışanların gelişiminin önündeki en büyük engellerden biridir. Aynı soruyu “bu işi yapmak için neye ihtiyaç var?” şeklinde sorsak, çalışanın çözüm yolu hakkında daha fazla düşünmesini sağlarız.
Güçlü soru, doğru veriyi sağlar.
Sorularımıza aldığımız yanıtlar işimize yaramalı ve bizi bir sonraki adıma taşımalıdır. “Proje istenilen şekilde yürümüyor” cümlesine “Kimin yüzünden? “şeklinde bir soru sorsak alacağımız yanıt sizce ne işimize yarar? Kişi isimlerini istemek, iletişimde kişiselleştirmeye, kurum içinde “maymun atma” dediğimiz suçlama kültürüne sebep olur. Ve bizi bir sonraki adıma taşımadığı gibi, iletişimin gereksiz bir platforma çekilmesine de neden olur. Oysa “tam olarak neler oluyor?” şeklinde sorduğumuzda süreçle ilgili işimize yarayacak veriler elde ederiz. Ve bu veriler bizi bir sonraki sorumuza da hazırlar.
Dünyayı her birimiz kendi algı filtrelerimizle anlamlandırır ve beynimize kodlarız. Bu nedenle aslında gelen her mesaj, bir nevi deşifre edilmesi gereken bir şifre gibidir. Güçlü sorular bu deşifre için en güçlü araçlardan biri. Soru sorma sanatı iletişimde olduğu kadar kişinin kendi düşünme sistematiğinde de etkili rol oynar.
Büyük usta Einstein’ın dediği gibi:
“Bir insanın zekâsı, verdiği cevaplardan değil, sorduğu sorulardan anlaşılır.”