Diktatör ve lider, kavramsal olarak birbirinden oldukça farklı olsalar da onları takip eden ve dediklerini yapanlar aslında lider ya da diktatörleri yaratırlar. Öncelikle kavramlara bir göz atalım.
Türk Dil Kurumu’nda Diktatör kelimesi:
“Bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış bulunan kimse veya zorba “ olarak geçerken
Lider için:
“Önder, şef ya da bir partinin veya bir kuruluşun en üst düzeyde yönetimiyle görevli kimse” deniliyor.
Peki arada ne fark var?
Bence aradaki farkı yaratan; bu kişileri izleyenlerin bilinç düzeyi. Lider, kitleleri inanç ve söylemleriyle arkasından sürükleyen ve harekete geçiren kişi ise, o toplumda oluşacak liderlik tarzına da toplumun bilinci karar veriyor. Liderlik tarzları üzerine yapılan birçok söylem arasında yer alan otokratik liderlik yani kendi fikir ve düşüncelerinin kayıtsız şartsız uygulanmasını bekleyen lider türü, zamanla pekâlâ diktatörlüğe dönüşebilir. Hitler örneğini düşünün. İkinci sınıf Alman olarak algılanan Almanya Almanları’nın sefa içerisinde yaşayan Avusturya Almanlar’ına karşı yaşadığı durumu fark eden Hitler’in Yahudi’lere karşı başlattığı soykırım nasıl kabul gördü? Hitler, milyonlarca insanın katledilmesine halkı nasıl ikna etti?
Otokratik liderliği uzunca süre kabul eden toplumlar, bir süre sonra karar verme, sağduyu ve aklı yürütme becerilerini kaybederler. Düşünmeyi, sorgulamayı ve gerektiğinde reddetmeyi bırakır ve liderlerinin yaptığını sorgusuz sualsiz yapmaya başlarlar. Toplumun kendini özel ve önemli hissetme ihtiyacını gayet iyi bilen otokratik lider ise zamanla diktatöre dönüşmeye başlar.
Peki tüm bunlara gerçekten ne sebep olur sizce?
- Kişisel liderlik becerisinin eksikliği: Küçük yaşlarından itibaren ebeveynlerinin katı yönetimi ya da karar verme tarzıyla yaşayan ve kendisine söz hakkı tanınmayan çocuklar, bir süre sonra kendi yaşamlarının iplerini ellerine alamaz olurlar. Var olmak için bir karar vericiye, bir lidere ihtiyaç duymaya başlarlar. Kendi içlerinde yaşadıkları bu durum içten içe bir korku ve bir yandan da kendilerine duydukları değersizlik hissiyle beslenir. Bu değersizlik hissiyle başa çıkmak için kendilerini tabiri caiz ise, gaza getirecek ve “sen yaparsın” diyecek kişilere kayıtsız şartsız adarlar.
Bu kişi, onları anlamış ve onlara değer vermektedir. O halde onun her söylediği ve yaptığı doğrudur. Ve kayıtsız şartsız yapılmalıdır. Yapmayanlar da cezalandırılmalıdır.
- Demokrat liderlerin var olmayışı: Demokrasi kavramı da büyük ölçüde küçükken öğrendiğimiz bir yaşam biçimidir aslında. Küçükken düşüncelerimizi rahatça ifade edebildiğimiz, itirazlarımızın dört kulak dinlendiği, farklılıklara saygı duyma bilinciyle yetiştirilmekle ilgilidir demokrasi anlayışı. -meli ve -malı cümleleri yerine olabilir’i duymak ve bildiğimiz dışındaki şeylere korku ya da reddetmeyle değil, merakla bakmayı öğrenmekle ilgilidir. Ve ancak bunları öğrenmiş olan toplumun çocukları büyüdüklerinde demokrat lider olurlar. Başkalarını ne olursa olsun dinleyen, anlamaya çalışan ve azınlığın içerisindeki bilgeliği duyan kişilerden oluşan toplumlar demokrat liderler ortaya koyarlar. Ve bu liderler, dini, mezhebi, inancı, kökeni ne olursa olsun kendi halklarını ortak değerler etrafında toplayabilir ve toplum sözleşmesini yaratabilirler. Aynı Kemal Atatürk gibi… Bu tarz liderlerin olduğu toplumlarda halklar birbiriyle savaşmaz, müzakere ederler.
- Sosyal adaletsizlik: Bir ülkede oluşan gayri safi milli hasılanın, basit bir deyimle oluşan gelirin içindeki dengesizlik, zaman içerisinde mafyalar ve güç odakları oluşturur. Nüfusun büyük bir çoğunluğu yaşam savaşı verirken, diğer kesim sefa içerisinde parayı nereye harcayacağını bilemez. Aynı Fransız İhtilali’nde olduğu gibi yaşam savaşı veren kesim bu noktadan sonra yaşadığı öfkeyi akıl almaz bir yolla ifade etmeye başlar. Toplumun sözleşmesi çoktan bozulmuş ve “bizler, onlar “ şeklinde yaşanan bir film olmuştur hayat. Üstelik bu durum sadece bir ülke değil, dünya için de aynıdır. Yaşam hakkı elinden alınanlar savaşarak karşılık verirler.
- Sahip olarak var olma yanılgısı: Güçlü olmanın sahip olmayla eşleştiği bir sistemde” daha çok sahip ol, daha güçlü ol” reklamları arasında kaybolur insanlar. Bu saatten sonra sahip olmak için taviz vermek zorundadırlar. Değerlerinden, inançlarından…
- Yaşam amacını bilememek: Sekiz yaşındayken din hocamız inanmak konusunda bir kompozisyon yazmamızı istemişti. Yazım okulda örnek yazı olarak alındı ve daha sonra tüm okula yüksek sesle okumuştum. Yazımın başlığı inanmak bir ihtiyaç idi. O yaştan bu yana inanmak konusundaki inancım hiç değişmedi. İşte tam da bu yüzden kimin neye inandığını ne yargıladım, ne de red ettim. Yine aynı sebeple neden bu dünyada var’ız sorusunun yanıtını bulmam hiç zor olmadı. Yaşam amacını bilmek bir insanın hayatında verebileceği en büyük yanıtlardan biri bence. Bunu bir kez buldunuz mu artık ne lidere ne de size yön verecek birine ihtiyaç duyarsınız çünkü. Bu durum ülkeler için de geçerli bence. Bir ülkenin insanları varlık sebeplerini bildiklerinde birbirlerine düşman gözüyle bakmaktan vazgeçer, herkesi büyük bir puzzle’ın parçaları gibi görmeye başlarlar.
Yazımın başına dönersek bir diktatör bir lider midir?
Hem evet, hem hayır.
Eğer bir toplumda:
- Kişisel liderlik yoksa
- Demokrasi kavramıyla çocukluktan itibaren hiç tanışılmadı ve demokrat liderler yetişmediyse
- Komşusu açken, yanındaki tok uyumaktan hiç çekinmiyorsa
- Toplum bireyleri sahip olarak güçlenmeyi seçtiyse
- Neden varım sorusunun yanıtı bulunmadıysa
Pekala liderler, diktatörlere dönüşürler.
Bu noktadan sonrası da maalesef bizler ve onlar arasında dönen sığ kavgalar hatta kan dökmeler olur.
Öfke ve nefret diktatörlerin beslendiği en büyük kaynaktır.
Şimdi bir düşünün…
Onları beslemek ister misiniz?
Başak Tecer
Önerilen Eğitimler: Lider yönetici, kurumsal aidiyet yaratma, yönetimde duygusal zeka