Bir eğitimde katılımcılardan biri sohbet arasında benim yöneticimin zaafları çok fazla Başak Hanım dedi…
-Ne gibi?
-Mesela her işe karışmak istiyor, her konuda söz sahibi olmak…
-Her konuda derken?
-Bana göre tabi .
-Peki hangi konuda bir örnek verseniz?
-Gönderilecek bir mailin içeriğine dahi karışabildiği oluyor.
-Başka?
-Benim haberim olmadı diye en ufacık konularda bile veryansın edip, taş koyabiliyor. Zaaflarından yoruldum dedi.
-Belki de bu zaaf değil, ihtiyaçtır?
-Nasıl yani?
-Yani belki de onun olayların kontrolünde olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardır.
-Ama biz kendi başımıza karar alamıyoruz.
-Doğrudur. Ama belki kararları alırken onun görüşlerinin önemli olduğunu duymaya ihtiyacı vardır dedim.
-Hımm …. Hiç böyle düşünmemiştim aslında dedi.
Zaaflarımız dediğimiz şeyler çoğunlukla bizim ihtiyaçlarımızdan kaynaklanır. Bu zaafların adı her ne olursa olsun ve her ne şekilde ortaya koyarsak koyalım. Bu kadar iddialı bir bilginin sahibi maalesef ben değilim.Ancak bu kuramı seneler önce ortaya koyan Harvard Profesörü David Mc Clelland’ın İhtiyaçlar Teorisinde bahsettiği de buydu…
Teori üç temel ihtiyacımızı gayet güzel ele almıştı:
1- Güç ihtiyacı: Hayatımızda belli bir şeylerin kontrolümüzde olduğunu, bazı alanlarda hakimiyet kurabildiğimizi, bize ve görüşlerimize saygı duyulduğunu ve itibar edildiğini hissetmek istemez miyiz? Mc Clelland bunu güç ihtiyacı olarak tanımladı. Bir hayat düşünün ki; kimseye sözünü geçiremiyorsunuz. Ya da kimse sizin bilgi ve deneyiminizi pek ciddiye almıyor. Ya da hayatınızın bir bölümünün kontrolü sizin elinizde değil gibi hissediyorsunuz? İş yerinde her dediğinize kayıtsız şartsız uyma zorunluluğu var. Ancak eve geldiğinizde ya da özel yaşamınızda kimseye sözünüz geçmiyor. Hani evde süt dökmüş kedi, iş yerinde aslan kesiliyor misali yaşantısı olan bir yöneticiyle çalışıyorsunuz. İnsanlar, güç ihtiyaçlarını karşılayamadıklarında, bu ihtiyacı karşılayabildikleri bir platform ararlar. Örneğin; müşteri olduklarında beklentileri abartılı bir hal alabilir ve size emir verir gibi konuşmaya başlayabilirler. Ya da bu kişi evladınız olduğunda ona evde hiç söz hakkı verilmediği için sürekli kavga çıkaran bir üslupla konuşmaya başlayabilir. Mesele aslında; kendisine söz hakkı verilmemesinden kaynaklı bir güç ihtiyacıdır. Ancak bu bir zaaf değildir. Sadece ihtiyaçtır. Yapılan araştırmalar güç ihtiyacının toplumda her iki kişiden birinde var olduğunu gösteriyor. Bu da zor insanlarla başa çıkma diye bence son derece yanlış bir şekilde tanımlanan düşüncenin neden var olduğunu kolayca ortaya koyuyor.
Söz hakkı vermeden insanları yönetmeye kalkışmanın belki de ağır bir bedelidir bu. Ne dersiniz? İster ailede, ister iş yerinde isterseniz de siyasette kararlar alırken, seçimler yapılırken sadece “ben yaptım oldu” yaklaşımından oluşan bir dünya görüşü var oldukça bu ihtiyacın bitmeyeceğini söyleyebiliriz.
2- Sevgi ihtiyacı : “Yemeğe çıkarken beni hiç davet etmiyorlar” diyen ve bu konuda ciddi bir kalp kırıklığı yaşayan yöneticinin ekip arkadaşları bu isteğe bir türlü anlam veremiyorlardı. Sevmek ve sevilmek, bir grubun parçası gibi hissetmek, dahil edilmek dediğimiz sevgi ihtiyacı; belki de farkında olmadan artık yok saymaya başladığımız bir durum. İnsanlar, başkaları tarafından sevilmek isterler. Ve bunun herhangi bir koşul olmadan gerçekleşmesini… Sevgi ihtiyacımız arttıkça, dünyayı daha fazla duygusal ihtiyaçlarımız odaklı okumaya başlarız. Bu ihtiyacın artmasını, davranışlarda fazlasıyla alınganlık ya da içe dönme veya olaylara aşırı duygusal tepkiler verme olarak gözlemleriz. “Beni anlamıyor, beni sevmiyor ya da beni istemiyor” cümleleri arasında sıkışmış çığlıklarla… Geribildirim eğitiminde yönetici bir astından bahsederken “ne şekilde söylersem söyleyeyim, olumsuz olan her şeye ağlamakla tepki veriyor” demişti. Belki de ihtiyacı olan tek şey; onu sevdiğinizi belli etmenizdir dedim. Toplumda empati duygusu gelişmedikçe bu ihtiyacımızın da kolayca karşılanacağını sanmıyorum. Bir gün önce evladını doktora götürmüş bir arkadaşınıza ertesi gün eve geldiğinde “ … işi ne oldu? “ diye sorarak güne başlarsanız sizce bu ihtiyaç karşılanabilir mi?
3- Başarı ihtiyacı: Hayatta bir hedef koymak ve bunu gerçekleştirmek için çalışmak ve bunu elde etmek de yine en önemli ihtiyaçlarımızdan biri. Toplumun hangi kesiminden olursak olalım, kimsenin kendini başarısız hissederek mutlu olabileceğini sanmıyorum. Burada bahsettiğim başarısızlığı sürekli hissederek yaşamak elbette. Ailemiz ya da işyerimizde belki de okulumuzda “sen başarısızsın!” damgası vurularak yaşamak….
Başarı, insanın kendini gerçekleştirme ihtiyacıyla ilgilidir. Ve toplumun başarı kriterlerine uygun davranmadığımız için yargılanmak; bu ihtiyaca ciddi ölçüde zarar verir. Başarı ihtiyacı yüksek kişiler de doğal olarak kendilerini yargılamaya veya başkalarının başarılarını karalayarak benlik saygılarını elde etmeye çalışabilirler. Bir toplumda takdir etme kültürü düşükse veya bir işyeri, aile ya da okulda başarı kriterleri mükemmellik üzerine kurgulanmışsa başarı ihtiyacı da o ölçüde artar. Bu ihtiyacın arttığını kişilerin fazlasıyla rekabetçi olmasından veya kendi başarısını başkalarıyla kıyaslamasından da anlayabilirsiniz.
Ülkemizde süregelen birçok toplumsal sorunun temelinde de bu ihtiyaçlar yatmıyor mu? Bir düşünün…Siyasetçilerimiz bu ihtiyaçları zekice sezerek toplumu yönetmeye çalışmıyorlar mı?
İnsanlar zor değildir. İnsanların zafiyetleri de yoktur aslında. İnsanların ihtiyaçları vardır. Ve hangi ihtiyaç daha yoğunsa ona yönelik davranış baskın hale gelir.
Zor insan denmesinden de sanırım bu yüzden hoşlanmıyorum. Ve bu tanımı yapmak bana insanlardan vazgeçmek gibi geliyor ki; başkalarına göre zor insanlarla karşılaştığımda içimden hep şunu söylerim:
O benim evladım olsaydı, ne yapardım?
Onun ihtiyacı ne?
Sevgiyle….
Başak Tecer