Evimize temizliğe gelen 60 yaşlarında tatlı bir hanım var. Türk olmadığı için Türkçeye pek hakim değil. Ama insan diline elbette hakim. Güler yüzlü ve tatlı bir kadın. Önemli bir kusuru var. Bardağa hep boş tarafından bakıyor.
Çok yakın arkadaşım olmadığından bu beni o denli etkilemiyor. Ama yardımcımızın yakın arkadaşı olduğundan bu durum ilişkilerine sekte vuruyor. Nasıl mı?
O kadar negatif ki; yardımcım artık onun telefonlarını bile açmak istemiyor.
Bu hikâye kulağınıza tanıdık geliyor mu?
Farkında olsak da, olmasak da insanoğlu olarak, söylenme ve serzenişte bulunmayı severiz. Ne yaşarsak yaşayalım nedense hep, neye sahip olmadığımıza odaklanan bir beynimiz var sanki. Bunun sadece, bizim kültürümüze has bir şey olduğunu da sanmayınız. Zira geçen gün TED Talks’ta seyrettiğim bir videoda da “İngiltere’de insanlar yakınmayı sever” diyordu konuşmacı.
60 yaşındaki hanımın yaşadığı durumun sebebi; sempati. Sempati, Türkçemize anlam olarak yanlış geçmiş bir kelime. Esas anlamı “acımak” tır.Empati dozunuzu iyi ayarlayamadığınızda, yaşadığınız bir nevi ruhsal sıkıntıdır bu. Özellikle uzunca bir süre ölümcül ve/veya iyileşmesi mümkün durmayan bir hastaya bakıyorsanız, ona şiddetli bir şekilde acımaya başlarsınız.
Adeta onun gibi acı çeker ve hayata küsersiniz. Bu ilişki, evladınızla kurduğunuz ilişkiye döner. Birçok ebeveynin çocuğuna annem ya da babam dediğine şahit olmuşsunuzdur. ( Ben de yapıyorum bazen)
Bu bir nevi, kendinizden vazgeçme ve kendinizi karşınızdakiyle” bir hissetme” ihtiyacıdır.
Gülmek, bir maharet ister. Gerçek bir yetenektir bence. Zira farkında olmadan beynimizde açtığımız nörolojik bir yol ve dünyaya bu pencereden bakma becerisi gerektirir.
Ben komik biriyimdir. Çünkü gülmeyi severim. Sanırım bu yüzden de hayat bana hep komik hikayeler sunar. Gülmeden geçen bir gün bile benim için, kayıptır. Ya sizde durum ne?
En son ne zaman gülmekten gözlerinizden yaş geldi? Oysa gülmek, ne kadar rahatlatıcıdır.
Üstelik gülmek için hayatımızın şahane filan olmasına da gerek yok. Hadi canım sen de mi diyorsunuz?
O zaman dinleyin bu hikâyemi:
“ Rahmetli üvey babam öldüğünde ben 19 yaşındaydım. İki kız kardeşim ve annem cenazeden eve geldik. Tüm gün ağlamış ve yorgun düşmüştük. Ben annemin daha önceki evliliğinden evladıyım ve benim babam da ölmüştü.
Birden bire anneme şöyle söyledim:
“ Anne, lütfen bir daha evlenme” Zira evlendiğin her adam ölüyor”
Hepimiz gözlerimizden yaş gelircesine güldük.
Yaşadığımız şey, bir merhuma saygısızlık değildi elbette. Sadece en acı ve zorlu zamanlarda bile mizah duygumuzun elinden tutmaktı.
Yaşam, bence bir penceredir.
Bu pencerenin resmini de biz belirleriz.
Gülmeyi sevmek, buna inanmakla ilgilidir. Ve gülmek istersek, yaşam bize her koşulda hikâye sunar.
Sizin hikâyeleriniz neler?
Başak Tecer
Sitede Başak Tecer imzasıyla yer alan her türlü makalenin tüm hakları saklıdır. Hiçbir şekilde izinsiz kopyalanamaz, alıntı yapılamaz. Marka patent no: 2014-32347.Aksi bir durumda yasal işlem başlatılmak zorunda kalınacaktır.
Önerilen Eğitimler: özmotivasyon, iletişim ve ilişki yönetimi, beden dili