Ne acayip bir konu değil mi güç? Herkese göre ne denli farklı ifadelendirmeleri var. Mesela kendinizi ne zaman gerçekten güçlü hissedersiniz?
Çok paranız olduğunda mı?
Ya da kayda değer bir kariyeriniz, ünvanınız olduğunda mı?
Size kimse sen yapamazsın dediği halde yapabildiğinizde mi?
Yoksa iradenizle gurur duyduğunuzda mı?
Bunun gibi ne çok soru olabilir. Değil mi?
Güçlü olmanın bizim en önemli ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu tanımlamış Harvard Profesörü David Mc Cleland. Gücü de; iktidar ve nüfuz sahibi olma ve kontrol altına alma olarak tanımlamış. Bence çok doğru ve gerçekçi bir tanımlama. Zira bence insanoğlu, mağara dönemlerinden gelen bir hayatta kalma içgüdüsüyle beraber, bir takım şeylerin kendi kontrolü altında olduğuna inanma ihtiyacı duyuyor. Ve sanki içten içe o var olma ya da olamama korkusuyla kendi güç tanımını yapıyor.
Geçenlerde Linked-in’de paylaştığım bir cümleyi sizlerle de paylaşmak istiyorum .
Cümlem şuydu:
“ Varolma hakkını kazanmaya çalışmaktan vazgeç. Onu doğduğun gün elde etmiştin”
Bu cümle bana güç elde etmek için girilen savaşın ne denli anlamsız olduğunu söyledi. Sizin için ne dedi bilemem .
Güçlü olmak, benim için önemliydi. Kendimi güçsüz hissettiğim zamanları sevmezdim. Güçsüzlük bence muhtaç olmaktı çünkü. Muhtaç olduğun kudret; damarlarındaki asil kanda mevcuttur misali yaşardım hayatımı. Ancak bunun ne parayla, ne de kariyerle ilgisi vardı. Daha çok kontrol etmek ya da edememekle ilgiliydi. Yaşam, bana her şeyi kontrol edemeyeceğimi öğretti. Muhtaçlık kelimesini ihiyacım olmakla takas etmeye karar verdim. Muhtaç değildim, ancak ihtiyacım vardı. Ve bunu paylaşıyor olmanın, yükümü hafiflettiğini gördüm.
İradesiz olmayı güçsüzlük değil de, zaaf olarak görmenin benim için daha anlamlı bir yaklaşım olduğunu gördüm. Ya da nüfuz sahibi olmanın koltuk değil, varlığımla bulunduğum ortama değer katmaktan geçtiğini fark ettim. Anlamadım, bilmiyorum, yapamadım kelimelerinin sihrinin beni rahatlatmasına inanamadım.
Bildiğimizi sandığımız şeylerin, aslında resmin küçücük bir parçası olduğunu ve hayatın kendi yarattığımız senaryo olduğunu hissettim.
Kendini zayıf hissetmenin güçsüzlük değil; içten içe, aslında en büyük güç olduğunu ve önemli olanın güçlü olmak değil, sadece kendin olmak olduğunu duyumsadım.
Bu, aynı zamanda beni gücümle değil, zayıflıklarımla kabul eden ve tanımlayabilen insanları fark etmemi sağladı. Karşımdaki kişileri de güçlüler ve zayıflar değil; zaaflarını yönetebilenler ve yönetemeyenler olarak ayırt edebilmeye başladım.
Artık güçlü dediğim kişiler, hayatta başlarına ne gelirse gelsin, değerlerinin ve hayallerinin peşinden koşma cesareti gösterenler. Tüm zorluklarla başa çıkıp, düşüp düşüp yeniden ayağa kalkan ve hayatı adeta bugün son günleriymişçesine yaşayan insanlar.
Güçlüler; affetmeyi bilenler ve ne olursa olsun dünyanın yaşanmaya değer bir yer olduğuna inananlar.
Güçlüler; sabredenler, azmedenler, sevgiyi paylaşıp, çoğaltanlar, karşılıksız verenler….
Güçlüler; üşenmeyenler, çok çalışanlar, her günü, bugün dünya için ne yaptım mantığında yaşayanlar….
Bu durumda ben güçlü müyüm?
Bir düşündüm…
Ya siz?
Başak Tecer
Sitede Başak Tecer imzasıyla yer alan her türlü makalenin tüm hakları saklıdır. Hiçbir şekilde izinsiz kopyalanamaz, alıntı yapılamaz. Marka patent no: 2014-32347.Aksi bir durumda yasal işlem başlatılmak zorunda kalınacaktır.